ECO2N SG EĞİTİMİ 400x85 07 02 05

rielli temmuz banner

BİYOTEKNOLOJİ

Çok
9 yıl 6 ay önce #3459 Yazan: tutevcevre
BİYOTEKNOLOJİ, tutevcevre tarafından oluşturuldu
Biyoteknoloji
Biyoteknoloji

DNA teknolojisini kullanarak bitki hayvan ve mikro organizmaları geliştirmek, doğal olarak var olmayan veya özel bir kullanıma yönelik olarak yeni ve az bulunan maddeler (ürünler) elde etmek için kullanılan teknolojilerin tümüne biyoteknoloji denilebilir.
Biyoteknolojinin uygulama alanları nelerdir?
Biyoteknoloji uygulamaları;
Mikrobiyoloji,
Biyokimya,
Moleküler biyoloji,
Hücre biyolojisi,
İmmünoloji,
Protein mühendisliği,
Enzimoloji ve
Biyoproses teknolojileri
gibi farklı alanları bünyesinde toplar.
Bu nedenle de biyoteknoloji birçok bilimsel disiplinle karşılıklı ilişki içinde gelişir.
BİYOTEKNOLOJİ VE GDO
Biyoteknolojide ilerlemeler; son 20-25 yıldır gıda maddelerinin de genetik materyaline (DNA’sına) müdahale olanağı doğurmuştur. Bakteri ve virüslerin DNA‟larına yerleştirilen (bu mikro organizmalara; Genetiği Değiştirilmiş Mikroorganizma, GMO / GDO denmektedir) kimi genetik kodlar, istenen gıda maddelerinin genleri arasına aktarılabilmektedir.
Genetiği değiştirilmiş besinlerin halk sağlığına özellikle orta-uzun dönem etkileri, nesnel ve saydam olarak yeterince incelenmemiştir. Eldeki sınırlı yayınlar, haklı kaygı uyaracak nitelik ve düzeydedir.
Bugün soya tarım alanlarının yüzde 70, pamuk alanlarının yüzde 46, mısır alanlarının yüzde 24 ve kanola alanlarının yüzde 20’sinde GD tohumla üretim yapılmaktadır.
biyoteknoloji2

GDO’LARIN POTANSİYEL ZARARLARI
İnsan Sağlığı Üzerine Etkisi
Toksik etkiler: Bu genleri içeren bitkilerde toksik madde sürekli olarak üretildiğinden, bunlara “pestisit üreten bitkiler” adı verilmektedir. Bu toksinlerin dokularda birikmesi önemli riskler oluşturmaktadır.
Kanser riski: GDO’ların doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği çeşitli araştırıcılar tarafından belirtilmektedir
Antibiyotik direnci: Gen aktarımında, seleksiyon amacıyla aktarılan özelliklerden biri antibiyotik direncidir.
Allerji: Gıda allerjisi olan kişiler günlük besin maddelerine eklenen yabancı proteinlerden zarar görebilirler.
Çevre Üzerine Etkisi
Tarım ilacı kalıntısı: Yapılan çalışmalarda genetiği değiştirilmiş ürünler yetiştiren ABD’li çiftçilerin geleneksel tarım yapan çiftçilere göre daha fazla tarım ilacı kullandıkları tesbit edilmiştir. Zira bu bitkiler tarım ilaclarına karşıda dirençli olup, tarım ilaçlarından zarar görmemektedirler. Dolayısıysa çiftçiler bitkilerdeki haşeratı öldürmek için tarım ilaçlarını fazla miktarlarda kullanmaktadırlar
Genetik kirlilik: GDO’ların etkili olduğu alanlardan genetiği değiştirilmiş polenler rüzgar, kuşlar ve böcekler tarafından hem organik hem de klasik tarımın yapıldığı alanlara taşınmakta ve bu da tarımı yapılan bitkilerin DNA’sında bulaşmalara neden olmaktadır.
Faydalı organizmalara olan zarar: Transgenik mısırlardaki Bt genlerinin sadece koçan kurtlarına etkili olduğunun söylenmesine karşın, mısır polenlerinin kral kelebeklerinin de ölümüne neden olduğu bildirilmiştir.
Sosyo-Ekonomik Etkileri
Genetiği değiştirilmiş yiyecekler ve biyoteknoloji ürünü gıdaların kullanımı binlerce yıldır süregelen geleneksel tarım üretimine sekte vurmakta, kullanılmakta olan “Terminatör Teknolojisi” gibi yöntemler tohumların kısırlaşmasına sebep olmaktadır. Böylece çiftçiler çok daha pahalı olan genetik mühendisliği ürünü tohumları birkaç büyük firmadan almak zorunda bırakılmaktadırlar.
DÜNYADA DURUM
ISAAA (International Service for the Acquisition of Agri-Biotechnology Applications) verilerine göre;
Bugün dünya genelinde 15 tanesi gelişmekte ve 10 tanesi gelişmiş ülkeler arasında olan toplam 25 ülkede GDO’lu ürünlerin üretilmesine onay vermiş bulunmaktadır. Bu ülkelerin haricinde 30 ülkede ise bu ürünlerin gıda ve yem amaçlı kullanımına yönelik ithalatı onaylanmış olup, böylelikle bu ürünleri kullanan ülke sayısı toplam 55’e ulaşmıştır.
Gen teknolojisi kullanımındaki düzenlemelerin 1975 Yılı’nda Kaliforniya’da bu alanda yapılan bir konferans ile başladığı bilinmektedir.
1986’da Recombinant DNA Molekülleri Kuralları diğer adıyla “Mavi Kitap”, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilâtı (OECD) tarafından basılmıştır.
Kurumsal açıdan bakıldığında, dünyada uluslararası ya da bölgesel düzeyde doğrudan biyogüvenlik alanında çalışan bir kurum bulunmamakla birlikte, Birleşmiş Milletler, FAO, OECD, DTÖ ve Avrupa Birliği, bu konuda daimî ya da geçici çalışma grupları/komiteler kanalıyla çalışmaktadır.

Birleşmiş Milletlerin Çalışmaları
Birleşmiş Milletlerin bu alandaki çalışmaları 1991’de UNIDO ile başlayan ve 2003 Johannesburg Zirvesi’ne kadar gelen bir süreçte değerlendirilmektedir. Bu çerçevede yapılan düzenlemeler aşağıda özetlenmektedir:
UNIDO tarafından yayınlanan “Organizmaların Çevreye Salımı Konusunda Gönüllü Talimatı” (Temmuz 1991),
FAO tarafından, Bitki Genetik Kaynakları Komisyonu (CPGR) öncülüğünde hazırlanarak yayınlanan “Bitki Biyoteknolojisi Talimatı” (Kasım 1991), ·“Çevre ve Kalkınma Deklarasyonu” (15. İlke – İhtiyatlılık İlkesi) ve “Gündem 21” (Haziran 1992),
Gelişmekte olan ülkelerin, biyolojik güvenlik kapasitelerini oluşturmalarında rehberlik yapmak amacıyla UNEP tarafından hazırlanan “Biyolojik Güvenlik Kılavuzu”(1997),
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (Haziran 1992),
Cartagena Biyogüvenlik Protokolü (Temmuz 2002),
Johannesburg Dünya Yeryüzü Zirvesi (Eylül 2003).

Getirilen tüm bu düzenlemelerde, GDO’ların ticarî potansiyelinin değerlendirilmesinin gereği belirtilirken, biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilirliği için GDO’ların neden olabileceği zararların önlenmesi amacıyla gerekli tedbirler alınırken, “İhtiyatlılık İlkesi” esas alınmıştır. GDO’ların biyolojik güvenliğine ilişkin hukukî bağlayıcılığı olan düzenlemeler, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve bu sözleşmenin eki olan Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’dür.
CARTAGENA BİYOGÜVENLİK PROTOKOLÜ
1992’de Rio’da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’ndan sonra ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi uygulamaları ile birlikte ortaya çıkan gelişmeler, GDO’ların üretimi ve tüketimine ilişkin bir hukukî düzenlemenin gerekliliğini ortaya çıkarmış, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi de, bu ihtiyacı hükme bağlamıştır.
Protokol, uluslararası düzeyde uzun süren görüşmeler ve çabalar sonunda, yoğun diplomasi trafiği sonucu bütün uyuşmazlıklara rağmen tarafların büyük bir bölümünü tatmin edecek biçimiyle Temmuz 2000’de, Türkiye’nin de olduğu 199 ülke tarafından kabul edilmiştir. Cartagena Biyogüvenlik Protokolü, GDO’ların kullanımında biyolojik güvenlik konusunda en etkin ve kapsamlı düzenleme olarak değerlendirilmektedir.
Protokol, genel çerçeve itibariyle aşağıdaki hususları içermektedir:
GDO’ların sınıraşan hareketi öncesinde “ön bildirim” yapılması ve ithalâtı kabul edilen GDO’ların “etiketlenmesi”,
Gıda ve hayvan yemi olarak kullanılacak GDO ürünlerinin ithalâtından 270 gün önce risk değerlendirmesinin yapılması,
GDO’ların ekolojik riskleri ile ticareti arasındaki dengelemenin öngörülmesi,
Protokol ile ticaret antlaşmaları arasında karşılıklı destekleyicilik, bağımsızlık ve aynı uygulama gücünün öngörülmesi.
Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’nde, GDO’ların üretimi ve kullanımının düzenlenmesinde temel kriterler şunlardır;
doğayla etkileşim,
sosyo-ekonomik yapı,
halkın bilgilenme hakkı.
Bu çerçevede, GDO’ların doğayla etkileşimi sonucu ortaya çıkabilecek etkilerin belirlenmesi için, kullanımdan önce kapsamlı bir risk değerlendirilmesi öngörülmektedir.

Protokol’ün bir dizi işlevini şöyle özetleyebiliriz:
Henüz kendi biyogüvenlik düzenlemesi olmayan ülkelere yaşayan canlı organizmaların ithali için yasal dayanak ve yöntem sunmak;
Ulusal biyogüvenlik mevzuatı oluşturulurken tanımlar, talep edilen bilgiler, risk değerlendirme esasları ve yöntemleri, gizli bilginin korunması gibi konularda uluslar arası kabul görmüş ilkeler üzerinde uyum sağlamak;
Biyogüvenlik takas mekanizması sayesinde biyogüvenlik ile ilgili bilgilerin uluslararası paylaşımını sağlamak.
GDO’LAR KONUSUNDA AVRUPA BİRLİĞİ MEVZUATI
AB mevzuatında GDO’lar, biyolojik güvenlik ile ilgili olarak “çevreye kasıtlı salım”, “gıda ya da hayvan yemi olarak tüketimi” ve “kapalı kullanım” olmak üzere üç açıdan ele alınmış ve düzenlemeler, bu çerçevede hazırlanmıştır. AB’nin konuyla ilgili düzenlemeleri, “ön bildirim”, bilgilendirme ve katılım” ve “izleme ve kontrol” ilkelerine dayandırılmaktadır.
Bu düzenlemelerle ilgili direktifler:
GDO’ların Çevreye Kasten Salımı 90/220/EEC sayı ve 23 Nisan 1990 tarihli Konsey Direktifi (Bu direktif daha sonra revize edilerek 2001/18/EC sayı ve 12 Mart 2001 tarihli Konsey Direktifi olarak yayınlanmıştır).
GDO Ürünlerinin Pazara Sürülmesi (GDO’ların gıda ya da hayvan yemi olarak tüketimi) 2003/1830/EC sayı ve 22 Eylül 2003 tarihli Avrupa Parlamentosu ve Konsey Tüzüğü, 93/572/EEC sayı ve 19 Ocak 1993 tarihli Konsey Direktifi, 97/258/EEC sayı ve 27 Ocak 1997 tarihli Konsey Direktifi, 2001/18/EC sayı ve 12 Mart 2001 tarihli Konsey Direktifi, 98/1139/EC sayılı GDO içeren mısır ve soyadan üretilen yiyeceklerin etiketlenmesi ile ilgili Konsey Tüzüğü, 2000/50/EC sayı ve 18 Nisan 2004 tarihli kimyasal ve tatlandırıcı içeren GDO’lu yiyeceklerin ve malzemelerinin etiketlenmesi ile ilgili Konsey Tüzüğü.
GDO’ların Kısıtlı (Kapalı) Kullanımı 90/219/EEC sayı ve 23 Nisan 1990 tarihli Konsey Direktifi (Bu direktif daha sonra revize edilerek 98/81/EC sayı ve 29 Ekim 1998 tarihli Konsey Direktifi olarak yayınlanmıştır) ve 2003/1946/EC sayı ve 15 Temmuz 2003 tarihli GDO’ların sınırlar arası hareketleri ile ilgili Tüzük.
GDO Uygulamaları Tedbirleri 2004/65/EC sayı ve 14 Ocak 2004 tarihli GDO uygulama önlemleri hakkında Komisyon Tüzüğü ve 2003/1829/EC sayı ve 22 Eylül 2003 tarihli ve 2003/1831/EC sayı ve 22 Eylül 2003 tarihli Tüzükler
TÜRKİYE’DE DURUM
Türkiye’de, biyogüvenlik ile ilgili konular, özellikle 1992 Rio Konferansı’nda bu alandaki kararlardan sonra ve taraf olunan hukukî düzenlemelerle birlikte önemsenmeye başlamıştır.
Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın, Türkiye’de ilk kez yabani bitki genetik kaynaklarının tahribini önleyici tedbirlerin geliştirilmesi, biyolojik güvenlik politikaların oluşumu konularına yer vermesi bir ön adım olarak değerlendirilebilir.
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, modern biyoteknoloji uygulamalarının getireceği olanakların en iyi şekilde değerlendirilmesi için modern biyoteknoloji alanının öncelikli alanlardan biri olarak belirlendiği ve bu yönde geliştirilecek ulusal politikalara yönelik ilke ve esaslar yer almıştır.
Bu plan sürecinde hazırlanan Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı’nda (UÇEP), Türkiye’de biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı için stratejiler ve öncelikli eylemler belirlenmiştir. “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi Eylem Planı”, UÇEP’te çizilen program çerçevesinde yürütülmüştür
Sekizinci Beş Yıllık Plan’da, Plan hazırlıkları aşamasında, bitkisel üretim ve tarımla ilgili politikaları belirlemek için kurulan özel ihtisas komisyonlarından “Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Özel İhtisas Komisyonu”nun hazırladığı rapor dikkat çekicidir. Rapor, dünyadaki ve AB’deki gelişmeler doğrultusunda, Türkiye’de “Ulusal Moleküler Biyoloji, Modern Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Atılım Projesi” hazırlanmasını tavsiye etmiş ve bu çerçevede öngörülen ulusal stratejinin unsurlarını belirlemiştir: Bunlar;
Araştırma Altyapısı,
Ar-Ge Çalışmaları,
Uygulama ve Ekonomik Yansımalar,
Biyogüvenlik ve Toplumun Bilgilendirilmesi
ve Tüketici Haklarıdır.

Biyogüvenlik Kanunu (26 Mart 2010 tarih ve 27533 sayılı Resmi Gazetede)
Kanuna göre, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı göz önünde bulundurularak GDO veya ürünlerinin, ithalatı, ihracatı, deneysel amaçlı serbest bırakılması, piyasaya sürülmesiyle genetiği değiştirilmiş mikroorganizmaların kapalı alanda kullanımına, bilimsel esaslara göre yapılacak risk değerlendirmesine göre karar verilecek.
GDO ve ürünlerinin, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliği tehdit etmesi, üreticinin, tüketicinin tercih hakkının ortadan kaldırılması, çevrenin ekolojik dengesinin ve ekosistemin bozulmasına neden olması, GDO ve ürünlerinin çevreye yayılma riski olması durumlarında başvurular reddedilecek
Transit geçişlerde de izin alınması zorunlu olacak
Araştırma yapmaya yetkili kuruluşlar tarafından bilimsel araştırma amacıyla ithal edilecek GDO ve ürünleri için bakanlıktan izin alınacak.
GDO ve ürünleriyle ilgili yapılan başvurular hakkında, risk ve sosyo-ekonomik değerlendirmeye ilişkin bilimsel raporlar, kurul tarafından, biyogüvenlik bilgi değişim mekanizması vasıtasıyla kamuoyuna açıklanacak.
Mama ve çocuk ek besinlerinde kullanılması yasak
GDO ve ürünleriyle ilgili Biyogüvenlik Kurulu oluşturulacak. Kurul, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca dört, Çevre ve Orman Bakanlığı’nca iki, Sağlık Bakanlığı’nca bir, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nca bir ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nca bir üye olmak üzere, üç yıllık süre için, ilgili bakanlar tarafından belirlenen toplam dokuz üyeden oluşacak.
Cezalar:
GDO ve ürünleriyle ilgili faaliyetlerde bulunanlar, izin almış olsalar dahi insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması, sürdürülebilirliğinin sağlanmasına karşı oluşan zararlardan sorumlu tutulacak. Sorumluluk, zarar oluşmasa dahi geçerli olacak.
GDO ve ürünlerini, bu tasarı hükümlerine aykırı olarak ithal eden, üreten veya çevreye serbest bırakan kişi, 5 yıldan 12 yıla kadar hapis ve 10 bin güne kadar adli para cezasına çarptırılacak.
Belirlenen esaslar çerçevesinde ithal edilen, işlenen GDO’ları veya GDO ve ürünlerini, ithal izninde belirlenen amaç ve alan dışında kullanan, satan, bu özelliğini bilerek satın alan, bulunduranlar 4 yıldan 9 yıla kadar hapis cezasına mahkum edilecek.
İthal edilen GDO’lardan elde edilen ürünleri, ithal izninde belirlen amaç ve alan dışında kullanan, satışa sunan, bu özelliğini bilerek satın alanlar ise 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak.
Kanun Hakkında Eleştiriler:
26 Mart 2010’da Resmi Gazete’de yayımlanan Kanun incelendiğinde, 4898 no’lu Kanunla onaylanan Uluslar arası Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’ne sadece atıfta bulunulmaktadır. Bunun yanında, AB biyogüvenlik mevzuatından son derece yüzeysel ve kısmi alıntılar yapılmış olmakla beraber, hem bu direktif ve tüzüklerde öngörülen gerekler yerine getirilmemektedir.
Kanun’un daha da endişe verici tarafı, Tarım Bakanlığı’ndan kısmen bağımsız ve tamamen bürokratlardan oluşan yeni bir Biyogüvenlik Kurulu oluşturmayı öngörmesi ve biyoteknolojik araştırmalarla ilgili düzenleyici kuralları ve biyogüvenlikle ilgili tüm detayları Bakanlık tarafından hazırlanacak yönetmeliklere bırakmasıdır.
Avrupa Birliği’nde GDO’lara karşı kamuoyu oluşumunun en önemli nedenlerinden birisi de kamuoyunun özellikle İngiltere’deki deli dana hastalığı ve Belçika’daki dioksinli tavuk vakalarında kamu kurumlarına ve bürokratlara güvenlerini yitirmiş olmalarıdır
Bu nedenle, kamuoyunun kamu görevlilerine karşı oluşan bu güvensizliğini nispeten ortadan kaldırmak amacıyla alınan birçok tedbir arasında AB’nin (EC) 178/2002 no’lu tüzüğü ve bu tüzük gereği kurulan Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) bulunmaktadır. Resmi beyanların aksine biyoçeşitliliğin korunması için de AB’dekinden daha etkin bir sistem ne yazık ki getirilmemektedir. AB’de GDO’ların gıda ve yem olarak işlenmesi için gerekli risk analizleri EFSA tarafından yapılıp tüm üye ülkelerin buna uymaları beklenirken, GDO’ların çevre üzerindeki etkilerinin her üye ülke tarafından kendi koşullarına göre ayrı ayrı yapılması ve sonuçlarının diğer ülkelerle paylaşılması zorunlu kılınmıştır. Dolayısı ile Biyogüvenlik Kanunuyla öngörülen genetiği değiştirilmiş hayvan ve bitkilerin üretiminin yasaklanması AB ile taban tabana zıt bir durumdadır.
Kanun bu haliyle, Türkiye’de biyoteknolojiyle ilgili her türlü araştırma ve geliştirme faaliyetini, Türkiye için bu teknolojij alanının gelişmesini kesinlikle önleyecek şekilde sınırlandırılmış oluyor. Genelde GDO içeren ürünlerin doğrudan yetiştirilmesini yasaklamayı hedefleyen bu yaklaşımın, Türkiye’deki çiftçileri cezalandırma yanında, gıda ve yem sanayi üzerine getireceği ekonomik sıkıntıların da Kanun hazırlanırken göz önünde tutulmadığı gibi aslında yetkiyi Kurul Başkanı’na vererek her türlü dış müdahaleye de olanak sağladığı anlaşılmaktadır.

SONUÇ:
Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik dengeli yürütülmesi gereken bir terazinin iki kefesi gibi düşünülebilir. Fakat güvenlik her zaman bir adım daha önde olmak zorundadır. Genel olarak biyoteknoloji sonuçları şimdilik öngürelemeyen bir tarzda ve sürekli ivme kazanarak devam etmektedir. Maalesef Biyogüvenlik konusunda alınması gereken çok ciddi mesafeler bulunmaktadır.
«En iyi teknoloji çevreyi en az kirletendir.»

KAYNAKLAR:
Cartegana Biyogüvenlik Protokolü
DPT Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Özel İhtisas Komisyon Raporu
Dr. Ahmet Saltık (Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar: Stratejik ve Uluslararası Boyutlar)
Biyolojik Çeşitlilik Ulusal Web Sitesi (www.bcs.gov.tr)
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 1996 (www.bcs.gov.tr/2.1.php)
GDO’ya Hayır Platformu (www.gdoyahayir.org)
Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Derneği – Ali Ünal (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Biyogüvenlik Yasa Tasarısı)

AYRINTILI BİLGİ İÇİN
yeni.tutev.org.tr/biyoteknoloji/

Ersin Koç
Çevre Mühendisi

Lütfen sohbete katılmak için Giriş ya da Hesap açın.

Destekleyenler

Welcome in the demo