
Bölge için bu afetlerin ne bir başlangıç ne de son olduğunu belirten Özer, şunları kaydetti:
''Yeşil örtünün tahribi, ormansızlaşma, açılan arazi yolları, yanlış tarım uygulamaları, çarpık kentleşme, dere yataklarının ıslah edilmemesi gibi nedenlerle sık sık sel ve heyelanların yaşanması kaçınılmazdır. Yanlışımızdan dönmediğimiz ve önlem almadığımız sürece bu tür felaketlerin sonu gelmeyecek, aksine daha sık aralıklarla ve daha şiddetli olarak karşımıza çıkacaktır. Bu afetlerde hayatlarını kaybeden insanlarımızın ve akıp giden canlı verimli topraklarımızın telafisi mümkün değildir. Toprak üretilemeyen bir kaynaktır ve oluşumu için binlerce yıl gerekmektedir.''
Özer, Doğu Karadeniz bölgesinin jeolojik, topografik, iklim, toprak yapısı gibi özellikleriyle bu tür afetlere açık bir yer olduğunun bilindiğine dikkati çekerek, görüşlerini şöyle aktardı:
''Ancak afetlerin 1950'li yıllardan sonra hızlandığı, bölgedeki doğal özelliklerin yüz binlerce yıldır bu şekilde olduğu gerçeğinden hareketle insan faktörünün etkileri sorgulanmalıdır. Biz sel ve heyelanların Karadeniz insanının kaderi olmadığını düşünüyoruz. Kaderi olmadığı gibi bunlara doğal afet de diyemiyoruz. Yeter ki herkes, özellikle ülkeyi yönetenler bu sorunun önemini kavrasın, bu işin üzerine ciddiyet ve içtenlikle eğilsin.''
Özer, 2000'li yılların en stratejik iki ürünü olan su ve toprağın ne yazık ki felaketlerin nedeni haline geldiğini vurgulayarak, heyelan sel ve taşkınların önlenmesi ve zararların azaltılması için şu önerilerde bulundu: